Dün, gazetemizin manşet haberiydi. Artık işin içinden çıkılmaz hale gelen “Suriye Meselesi” öksüz kaldı.
Savaş nedeniyle ülkelerini terk ederek; Gaziantep, Hatay, Şanlıurfa, Mardin gibi illere gelen ve ardından da tüm ülkeye dağılan Suriyelilerin neden olduğu sosyal sorunların üstesinden gelinebilinmesi için kentimizde Koordinatörlük Valilik kurulmuştu.
Aslında neyi koordine ettiğini anlamadığım bu işin başına da her seçim dönemi istifa ederek AKP’den aday adayı olan Veysel Dalmaz getirilmişti.
Veysel Dalmaz, görevi bırakarak geldiği yere gitti.
Suriye meselesinin koordinasyonu Başbakanlık Müşaviri olan eski Somali Büyükelçisi Cemalettin Kani Torun’a verildi.
Gaziantep’teki Koordinatör Valilik, bir masa ve sandalyeden ibaret kalırken, kentimizde ve bölgemizde çığ gibi sorunlara neden olan koordinasyon işi teyyyy 671 kilometre öteden, yani başkent Ankara’dan yönetiliyormuş gibi yapılmaya başlandı.
Ancak, adı var kendi yok koordinatör Sn. Torun, Bursa’dan milletvekili aday adayı olması nedeniyle istifa etti.
“Ortak Akıl” diyerek sanki ortak çözümler bulunuyormuş gibi içi Ulumahsere kazanı gibi bomboş olan bu kavram, işte kendisini bu ilgisizlik ve sahipsizlikte gösteriyor.
“Misafir” gibi ellerine yüzlerine bulaştırdıkları dış siyasette yeri olmayan bir kavramla bizi avutmaya çalıştıkları yetmiyormuş gibi sadece Gaziantep’te “geçici koruma rejimi altındaki” 500 bin Suriyeli ile şu ara baş başa kalmış durumdayız.
İktidar milletvekilleri suskun, muhalefet, ruh-i muhalefet pozisyonunda, 2 hafta sonra Cuma namazı kılacakları Suriye, 5 yıldır direnişte, bazılarının da eli işte, gözü oynaşta.
Cumhuriyet tarihinin en kötü dış politikasının ceremesini çeken Gaziantep ve yarı Suriye illeri, büyük bir başarı gibi sunulan, o büyük hezimetin yani “değerli yalnızlığın” tüm öksüzlüğünü rakımlarına kadar hissediyor.
Kemalettin Tuğcu’nun “köprü altı çocuklarına” benzetilen ve “kör parmağım gözüne” zihniyeti ile çaresizleştirilen “bizlerin” meseleye dair bir ortak aklı yok ama biline ki bir dolu ortak sorunu var…
İçinden geçilen bu önemli sürece karşı sorumluluklarımızı, “bu aldırmazlık neden?” diye sorgulamanın bir vatandaşlık, kentlilik görevi olduğunu düşünüyorum.
Çünkü aldırmazlığın sonu pişkinliktir.
X X X
Bir gün bir resepsiyonda, etraftakiler yaşlı adamın pantolonunun fermuarının açık olduğunu fark ediyor.
Birisi usulca yanına yaklaşıp adama ikaz ediyor.
"Pantolonunuzun fermuarı açık kalmış."
Yaşlı adam, hiç oralı değil, ikazlara aldırmıyor bile.
Biraz sonra başkaları da peş peşe ikaz edince yüksek sesle espriyi yapıştırıyor:
"Evladım, ölü evinin kapısı daima açık olur."
Pişkinlikten kastım da işte budur!.. |