Ardalar daha çocuk ve aslında gülüşümüzün kimden yadigâr kaldığıbelli değil…
Bizi, nar renkli avuçlarında saklayacak kimse de kalmadı artık.
Oğlum Arda Tuna, 10 yaşında. Arda, ilkokula gidiyor. Okulu önemsiyor. Arkadaşlarını ve şu ara önüne gelen yobazın çirkefini esirgemediği Atatürk’ü seviyor, “O, bizim ba-bamız” diyor. Fenerbahçe taraftarı. Renkleri ve resim yapmayı seviyor. Liderlik özelliği taşıyor. Sorumluluk alabiliyor…
Bu özeliklerini, öğretmeninin değerlendirme raporundaki gözlemlerinden aktarıyorum.
Sevinebiliyor muyum?
Hayır!
Niye?
Cumhuriyet Türkiyesi’ne yetiştirdiğimiz son çocukların, belki de devşirilmek zorunda kalacağı en son halleri yaşıyoruz…
Kendimizden, serden, yardan vazgeçtik!
Gelecekten geçemiyoruz.
İte, köpeğe, uğursuza, faydasıza, gamsıza takılıyor aklımızın yelkeni…
Bir ahlaksızlık çukurunda, her gece evladımıza günah çıkarmanın ince ve kopmaya hazır duygularıyla dönenip duruyoruz.” Ş” harfinden şeref, ‘O’dan onursuzluk tezgâhını gözlemliyoruz.
Gerçeğin sesi ile taş plak şarkıların cızırtılı nostaljisi arasındasıkışıp kalmışız…
Ruhumuzun suyu, taşlara düştüğünde ses ver(e)miyor.
İçli bir şarkıya dönmüş içimizdeki arsızlık: “Vakit tamam/akşam diyordun, işte oldu akşam” deminin en koyu, en saklı en aklı, en sevdalı demindeyiz sanki inadına…
Ne diyalektik materyalizm, ne ekonomik- politiğin metafiziği, ne sistemsel açılımı, ne kaplumbağa terbiyecisi, ne Antakyalı diş ustası çingene, ne genelevdeki fahişe, ne gazete dağıtıcısı, ne Türkçülük-Turan, ne ulus ne vatan…
İte, köpeğe, uğursuza, faydasıza, gamsıza takılıyor aklımızın yelkeni…
Yazıyoruz, konuşuyoruz ama çocuklarımız daha çok küçük.
İfadesi zor zamanlar kıskacındayız.
İfade veriyoruz, yargılanıyoruz ama anlamı yok.
Yaptırdığı camiyi vergisinden düşen, her türlü olumsuzluluğu bağış diye meşrulaştıran meşum suratlı adamlarla birlikte aynı göğün alında olacaksa, şairin dediği gibi 3 dilde küfretmesini de öğrenmesi lazım değil mi?..
Oğlum, Arda Tuna, 10 yaşında. İlk okula gidiyor. Okulu önemsiyor. Arkadaşlarını ve Atatürk’ü seviyor, “O, bizim ba-bamız” diyor…
Diyor ama bu da anlamını yitiriyor…
Siyasal iktidarın Enderun Mektebi’ne çocuk yetiştirme telaşındayız…
Bilal ile benim oğlum arasındaki, gökten yıldırımlar düşüren fark burada…
Ne Zeus, ne Demeter, ne Eros, ne Hares, ne Şems, ne Mevlana güzelleştirebilir artık ruhumu…
Papatyanın dansına katılamıyorum.
Ölü yüreğimiz şimdi bir akbaba yuvasında.
Ne bizi anlayan bir sevgili, ne bitmiş bir ömür…
Vurgun yemiş merhabalarımız, bilinmez bir sabahta…
Belli ki daha ham demiriz…
Ateşe girmemiz gerekir…
Bakmayın, yazabildiğime.
Ardalar daha çocuk ve aslında gülüşümüzün de kimden yadigâr kaldığıbelli değil…
Bizi, nar renkli avuçlarında saklayacak kimse de kalmadı artık.
Yaşıyoruz güya!
Üstümüze eski bir gazete örtülü…
Yaşıyoruz güya, gayr-ı meşru bir cehennemin şiire değmiş günahında.
Üç numara saçlarımız ve sürgün makamı türkülerimizle…
Çıplak ayakla dans eden çingenenin soylu dağdağasında…
Yaşıyoruz ve babayız –anneyiz güya…
Kusura bakma, minik Arda…
Sana şarkılar diliyor baban, nihavent makamında… |