Zaman gelir zaman geçer, bazen zamandan öyle bir bahsederiz ki, sanki zamanı yok varsayarız, insanın soyutlama yeteneğini küçümsememek lazım, yıllardan bahsederken, on yılları, yüzyılları binyılları öylesine çabuk tüketiriz ki, dünle bugün arasında ki bağı o kadar çabuk kurarız ve çoğu zaman yanılgılarımızın ana sebebini de, bu acelecilik oluşturur. Düşünmek lazım, insanın bir milyara kadar sayması ne kadar zaman alır, oysa biz düşünmeden bir milyar derken o zamanı öyle bir soyutlarız ki, sanki dün olur zaman. Bu günümüze ilişkin politik davranışlar konusunda da, zamanı pervasızca harcamaktan çekinmeyiz. Yıllar, onyıllar, yüzyıllar öncesinden sanki dün gibi bahsederken, yarınımızı belirleyeceğimizi sanırız. Oysa dünyada politikalar kısa zaman dilimlerine hapsedilmiş şeyler olarak karşımıza çıkmaz, var olan sosyolojik yaşam bir günde, bir yılda değişen şeyler değildir. Öngörüler, planlamalar hiçbir zaman tam olarak gerçekleşemez, bunun nedeni yaşam süreğen bir şeydir ve yaşamı etkileyen unsurlar çok fazladır. Hiçbir zaman yaşamı geniş anlamda planlayamayız, politikaları da planlanmaz kılan bu gerçekliktir. Biz sadece var olan duruma göre stratejimizi belirler ve uygulamadan ortaya çıkan sonuca göre, yeni stratejiler ortaya koyarız. Çok fazla derine gitmeden yaşadığımız topraklardan bahsetmeye başlamak en iyisi gibi geliyor. İstanbul ikibin yıllık geçmişi ile, yaşadığımız coğrafyanın hem beyni hem kalbini oluşturur, günümüz deyimi ile İstanbul hapşursa, Türkiye hasta olur ya da İstanbul öksürse, Türkiye zatürredir. Buradan çıkacak anlam çok karmaşık değildir, İstanbul dünyanın merkez kabul ettiği yerler sıralamasında ilk on içindedir, ve dünya devletleri politikalarını belirlerlerken merkezlerin birbirine olan dengelerini gözeterek hareket etmek zorundadır. Bu zorunluluk ekonomik ve siyasal çıkar çatışmalarından, diğer bir deyişle sınıfsal gurupların çatışmalarından ileri gelmektedir ve her merkezin kendi iç çatışmalarından ayrı, bir de merkezlerin çatışmaları, politikaları istikrarsız ve sürdürülemez kılmaktadır. Onun için gelişmiş ülkeler, az gelişmiş ülkeler ve de gelişmemiş ülkeler sıralamasında, her ülkenin kendi iç çelişkileri ve diğerleri ile olan çelişkileri, zaman zaman “sıcak- soğuk” olarak tanımlanan fiili ve psikolojik savaş şeklinde önüne gelmekte ve uzun soluklu politikaları çatışan, siyasi hareketler olarak dünya gündemine getirmektedir. Siyasal merkezlerden biri olan ülkemiz de, politikalarını dengeler üzerine kurmak ve yönetmek zorundadır. Bu bağlamda bulunduğumuz coğrafya dikkate alındığında tarihsel geçmiş ön plana çıkmakta ve siyasi iktidar bu tarihsel geçmişi ne ölçüde güncele taşıyabildiğini ürettiği stratejiler ile ortaya koymaktadır. Ve elbette ki siyasi iktidarın izlediği yol ülke stratejisi olarak bu topraklarda yaşayan tüm sınıfları bağlamaktadır. Bu da, sınıfların iktidar üzerinde etkin olabilmek ve genel politikayı belirlemek üzere iktidarın atacağı adımların yönünü belirlemek için içerde bir çatışmayı kaçınılmaz kılmaktadır.
Bu çerçeve içerisinde gündemde olan olaylar hakkında, okurlarıma elimden geldiğince görüşlerimi aktarmaya çalışacağım. Yorumlarınızla bana katkıda bulunmanız dileği ile….. |