Hiç yazasım yok şu ara. Yazmak bir kenara, konuşmaya dahi mecalim yok. Havada kan kokusu, yerde insan kanı var. Şehirler ayakta, insanlar gergin, politikacılar arsız…
Bazı şeyler bilinenden daha kirli, bazı şeyler haddinden fazla gerçek.
Bir sürü diş yarası almış gibi biteviye kanayan bu topraklarda, kırmızı acılarla, siyahın yası şimdiler de bir arada…
Bir tımarhane demokrasisinin kuşatıcılığı içinde filtresiz yalanların birer sessiz alıcısı haline getirildik. Körfez Savaşı’nda olduğu gibi mevzi bombalayan uçakları, gözaltıları, ev baskınları, polisiye önlemleri, dış politika açıklamalarını, siyasi demeçleri çekirdek kırarak izliyoruz.
Gaziantep’te her gün 3-5 kişinin canlı bomba olması ihtimali nedeniyle polise ihbar edildiğini, sokağa bırakılan her çantanın, poşetin ölüm kusacağı hassasiyeti ile toplumsal bir depresyon geçiriyoruz alabildiğine.
Eskiden cep telefonunun dinlendiğinden korkan milyonların yerine, şimdi canlı bombadan korkan on milyonlar aldı. Şekil değiştirse de korku o bildiğimiz sinsi karanlık.
Kendi sokaklarımızda, gece mezarlıkta ürkerek yürüyenler gibi dolaşıyoruz!..
Konu ihracat rakamları, en büyük sanayi kuruluşu listesi, iktidarın bir icraatı olduğunda basın bülteni yayınlamak için bir biriyle yarışan sivil örgütlerden ses seda yok. Ortak aklın seviyesi bu coğrafyada bir savaşı lanetlemeyecek, “savaş bizi bataklığa gömer” diyemeyecek kadar mongollaşmış diyesim var.
İğneli bir dille konuşuyoruz şu aralar.
Her tarafımız mayınlı, dikenli, şüpheli.
Topyekûn bir akıl tutulması yaşıyoruz.
İnsani yanlarımız törpüleyen hayvani bir içgüdünün kontrol ettiği beynimiz,saldırgan bir kamuflajla örtülenmiş...
Ağıtlar, acılar, gözyaşları, tabutlar, nedensiz ölü(m)ler, flu bir korku filminin tam ortasındayız.
Ülke yanıyor, durmadan fidanları dikiyoruz mezar topraklarına.
O nedenle bu tımarhane demokrasisine tahammül edemiyorum.
Yazdığıma bakmayın, konuşacak mecalim yok! |