Vicdanı olan herkesin, üzüntüden kasıldığı bir dönemden geçiyoruz.
“Diş değil, tırnak değil, bir mendil niye kanar” durmadan dilimizde.
Yaşatamadığımız gençlerin adını veriyoruz yollara, parklara iyi mi?
Tek kıblesi zehirli egosu olan lacili adamların kıskacında berhava oluyor hayatlar.
İrinli bir tarihe öfkeyle tanıklık ederken, ruhumuz dikenli tellerde kanıyor.
Sahte masallar yazanların, tarihi yanıltan sözlerine takılıyor saçlarımız. Belki o yüzden geç kalıyoruz isyana ve öfkeye. Timsahın gözleriyle ağlayanlar ihanet ettikçe bu gerçeğe çoğul çığlıklar da çoğalıyor içimizde.
Yeni keşif haritalarının bulunduğu kıstırılmış coğrafyalardayız. Karşımıza çıkacak olan, korkuları ağırlaştıran melankolik ve ağdalı bir dünyasallık oysa. Kardeşliklerin kuma gömüldüğü eski bir yanılgı olacak biliyorum. Esaretimizi sınadığımız saçma bir hoşgörü. Umutla avuçladığımız düşler ve atılmış köprüler geriye kalan...
Kolu kanadı kırık bir yaşamın pusulasızlığı, kendiliğinden kaybolan yönler, karanlığın orta yerinde kalmış bir bebek ve umursamazlık tabut suretinde gösteriyor kendini.
Senfonik bir ironi yaşıyoruz. Uykularımız ve kimliklerimiz hükümsüzleşiyor. Ekmek sarılan gazete parçasıyız, olmadık zamanlarda okunuyoruz artık. Şiir çıkıyor çorbamızın içinden, istemediğimiz halde şiir...
Tanımsız bir şeylerin cam kırığı gibi bir yerlerimi kanattığı tarifsiz yerlerdeyim şimdi. Ne dün olanlar, ne bugün, ne de yarın olacakları düşünemiyorum artık. "Kötülerin kazanması için iyilerin seyretmesinin yeterli olduğu" acımasız kardeş kavgasında, ruh ötesi bir gariplik olarak da değerlendirebilirsiniz bunları...
Bir anlaşılmazlığın orta yerindeyiz artık. Tüm ezberimizi kaybetmişiz fırtına öncesi. Kirli kahkahaların cinnet geçirdiği tütün acısı, ölüm sarısı ve ayrılık şarkılarının muktedir eli yüreğimizde. Tüm belleği değiştirilen bir kentin ipe sapa gelmez figüranlarıyız şimdi. Ne yana baksan hesap makinesinden türetilmiş sanal hayatlar. Ne yana baksan dijital kurgu, gerçek ötesi bir gerçeğin en yalan yerindeyiz yani.
Küller örtmüş verilen sözlerin üstünü. Şimdiki zaman kaygısı düşmüş, insanlığımız en sevimli yerine. Geçmiş, hayali cihan değen bir film, gelecek yirmili yaşlarda bir mermiyle, kimliksiz bir bombayla biten umut... Karmaşa olmalı bu! Hayallerini gerçekleştirme olasılığı olmayanların gençlerin, hayalleri ile yaşadığı bir karmaşa. Savaşlar, açlık, bebek ölümleri, gri yağan yağmur, iktidar, iktidarsızlık, amonyak kokan toprak, uçurtma uçuran çocukların üzerine düşen uçaklar, barış, özgürlük, yeni bir dünya, kitle imha silahları, yanan tarih, gözü yaşlı dünya. Evet! Bir karmaşa olmalı; tanıklık ettiğimiz bu mevsimde de…
SON SÖZ: Şimdi, hangi güneş tutulması soğutabilir yüreğimi? Hangi diken, bilgeliğini verir bana? Hangi gazoz kapağında güzel bir gelecek vaat edebilirim sana? Vücudun tabutta, adın parklarda ve bulvarlarda iken…
DİP NOT : “Boşluğa Tutunan Öyküler” çalışmamı, akan kandan nefret ettiğim için biraz değiştirdim. Ben barış istiyorum, barış. “Gözleri var ama göremeyenler, kulakları var ama duyamayanlar, ağızları var ama konuşamayanlar…”
Bu sözleri, bir yerlerden hatırlıyor musunuz? |