Geçtiğimiz gün çok sevdiğimiz bir hocamız dediki.. Cuma akşamı veya cumartesi günü Gaziantebin çıkışına bir ölçüm cihazı koyun.. Pazar günü akşamıda dönüş yoluna.. Göreceksiniz ki Gaziantep’ten hafta sonu yığınla insan kafasını dinlemek, çoluk çocuğunu gezdirmek için başka yerlere gidiyor. Pazar günü geri dönüyor.. Yani kentimiz yaşanılır kent değil bunu için uğraşılmıyor dedi.. Yaşanılır kent olmalıyız. Yaşam alanlarımız olmalı.. Kısaca yaşanılır kent nasıl olmalı diye bakarsak "yaşanılır kent" kavramından, sokakları temiz, altyapısı güçlü, yeşil alanları oldukça fazla, park, otopark sorunu olmayan ve çeşitli kültür, sanat, spor etkinliklerinin çeşitliliği ile ön planda hizmetleri olan kentler olarak algılamaktadır. Bizde, Biz insanlar, büyük hırslarımız ve çıkar hesaplarımızla kentleri yordukça kentler de bizi yoruyor. Plansız ve kontrolsüz şehirleşme insanların soluk alma şanslarını azaltıyor. Çevre yetersizliğine bağlı ruh ve beden hastalıkları giderek artıyor. İnsanlar tek tek ve birlikte dünyaya sadece kendi çıkarları penceresinden bakarak iş yapınca kısa vadede kazançlı görünseler de uzun vadede kendi gelecek kuşaklarına zulüm ediyor ve yaşanılır kent olmaktan uzaklaşıyoruz. Neticede,doğru çalışmayan ya da yetersiz çalışan kurumlar, kendi çıkarından başka bir şeyi dikkate almayan insanlar, nasıl tepki göstereceğini bilemeyen kalabalıklar bir araya geliyor ve hayat çekilmez oluyor....Hayat çekilmezliği birazda yaşam alanlarının yokluğunudan kaynaklanıyor.
Özellikle şehirde bazılarının ihtiyaçlarını karşılamak için girişilen kimi projelerin, doğaya ait yenilenemeyen unsurların, dengesiz bir biçimde yok edilmesi sonucu doğanın ciddi bir biçimde zarar görerek yapılmasıdır... Böylece bir taraftan yaşam alanı oluşturulurken diğer taraftan diğer canlılara ait yaşam alanları yok edilmektedir. Toplumu oluşturan bireylerin birbirlerinden oldukça farklı kişiliğe ve düşünce dünyasına sahip olduklarını göz önünde bulundurduğumuzda farklı ihtiyaçların ortaya çıkacağı aşikârdır. Ancak bütün bireyler için geçerli temel ihtiyaçlar olarak sayabileceğimiz ulaşım, yeşil alan, park, otopark, altyapı, çeşitli kültürel, sanatsal, sportif etkinliklerdir. Elbette ki herkes için geçerli olan ihtiyaçların, yerel yönetim unsuru olan belediyeler tarafından karşılanması gerektiği göz önünde bulundurulmalıdır. Çünkü belediye, yerel ihtiyacı en iyi bilen ve ona göre çözüm geliştiren, geliştirmek zorunda olan, oldukça işlevsel bir yapıyı ifade etmektedir. Her ne kadar belediyeler, siyasi bir hareketi temsil ediyor olsalar da asıl var oluş nedenleri, sınırları içerisinde bulunan bireylere çeşitli hizmetler sunmaktır. Bu anlamda, yaşam alanlarının oluşturulmasında en büyük sorumluluk belediyelere düşmektedir.. Kentleşme, kenti var eden kültürel değerlerin ön plana çıkarılmasıyla kentin simgesi meydanların meydan olarak kalmasıyla, parkların park olarak kalmasıyla mümkündür. Kentleri zenginliğin simgeleriyle, yapay yaşam merkezleriyle doldurmanın tek kazancı o binayı yapan ve buna izin verenin cepleri arasında paylaştırılacaktır. Kentin insanı ne olacak peki? Nereye gidecek.. Nerelerde çocuklarıyla gezinecek.. Her hafta sonu Gaziantep’ten çıkacaklar mı.
Vatandaş şehrini sevmeli sevdirilmeli..
Bir gün bizim kentimizde de yaşam alanlarının çok olması, insanların oturması için planlanmış, yüksek ve düzensiz yapılaşmaya izin verilmeyen bahçeli evlerin bulunduğu semtler, sosyal tesislerin olduğu bölgeler görebileceğimi ümit ediyorum.
Kentte vatandaşın yaşayacağı, sokakların yaşam bulacağı, kültürünün model olacağı, asayişin güvenlik güçlerince değil, siyasetçinin itibarlı kent olması ile sağlanabileceği, yaşam alanlarının bolca olduğu bir Gaziantep düşlemek istemek en büyük hakkımız diye düşünüyorum..
Nedenmi istiyorum.. Çünkü sokak yaşamıyor, mahalle yaşamıyor.. Kimse bir yerlere gitmiyor, gidemiyor Gaziantep’te... |