Havası bozuk bir kentte, “gastronomi nobeli” aldık diye sevindirik oluyoruz.
gibi yüksek rakımlı yerlerden sabah baktığımızda, şehrin üzerindeki bulutları sarmalayan o kahverengi “smok” tabakasını net olarak görmek mümkün. Sürrealist bir fırça dokunmuş sanki bulutlara. Mavi gökyüzüne moral bozucu kahverengi ve sarı bir kirlilik gelip yerleşmiş.
Hayat, tek başına mideden ibaret değil.
Mutfağın iyi olmuş ama ekmek kaliten bozuk. Dünyanın un üretim merkezi olan Gaziantep, Türkiye’nin en bozuk ekmeğini yiyor. Marka şehir olmakla övünüyoruz fakat hava kalitesi bakımından üçüncü dünya kentinden farkımız yok.
“Marka kentiz” diyorsunuz iyi de tüm bu olup-bitenin temel sorunu az sayıda varsılın çok sayıda insanı sömürmesinden ortaya çıkan kent kapitalizme. Özetlersek YOKSULLUK…
Gazikent’in büyük bölümü ve sanayi doğal gaz kullanırken, özellikle akşam saatlerinde ortalığın yanık lastik gibi kokması ve zehirli gaz tabakasının oksijenden ağır olduğu için aşağıya inerek hayatı tehdit etmesinin temel nedeni yoksul ailelere dağıtılan kalitesiz kömür. Rakamı tam bilmiyorum ama binlerce ton ısıl değeri düşük, karbondioksit, kükürt ve nitrat oranı yüksek kömürün yoksullara dağıtıldığı iddia ediliyor.
Ne yerel yöneticilerin, ne de SİNİR toplum örgütlerinin bu duruma sesi çıkmıyor. 1952 yılında kalitesiz kömür kullanımından dolayı Londra’da bir gecede 12 bin kişinin zehirlenerek hayatını kaybettiğini, koca şehrin gaz odasına dönüştüğünü onlara hatırlatmak isterim. ABD’de 2000’de yapılan bir çalışma, kömür santrallerinden salınan partikül maddelerin her yıl 23 bin 600 kişinin ölümüne neden olduğunu gösterdi. 5 milyon insanda kanser vakasında rastlandı.
Akşam saat 18.00’de, Demokrasi Meydanı’na gelin. 10 dakika nefes alın genziniz yanıyor. Kirli sis bulutundan Kale’yi zorlukla seçiyorsunuz. Göğsünüzde bir ağrı ve sıkışma hissediyorsunuz. Tamam, yoksul ısınsın ama bunun için şehri durmadan zehirleyen kömür yerine farklı bir alternatif üzerinde herkes kafa yorsun.
Yaşlıları, ciğerleri tertemiz olan bebekleri ve çocuklarımızı, kalp hastalarını, dolaşım ve damar problemi olanları, solumun güçlüğü çekenleri, astım hastalarını, KOAH’lıları resmen öldürmekle tehdit ediyoruz.
Kalitesiz kömür verdiğiniz insanlar soba gazından ölmesin diye poz vererek detektör dağıtıyorsunuz. Madem bu kadar duyarlısınız, memleketin muhtelif yerlerindeki beleş çorba dağıtımı dükkanlarınızı “oksijen çadırı” haline getirin de soluksuz kalan vatandaş içine girip nefes alsın.
Yüksek perdeden bu gastronomi olayına falan olayına girdiniz ya:
Çorba işi önemli tabi. Önemli de atalarının sözünü dinle birader:
“OLMAYA DEVLET, CİHANDA BİR NEFES SIHHAT GİBİ…
Hani benden hatırlatması…
|