Şu, “Yemek Nobeli” ödülü, tam da Kurtuluş Kutlamaları’nın arifesine geldi. Akşam yediği simit aşının üzerine, sabah kahvaltısında yavan ekmek, kibrit kutusu peynir, üç-beş kara zeytini götüren çocuklarımız, kurtuluş için koştular. Anasının sürdüğü tereyağlı ekmeği yiyip yarışmaya gelenler ile öyle gelemeyenlerin yarışı idi aslında bu…
27 numaralı formaları ile klonlanmış gibi objektiflere poz veren kentimizin şürekâsı, spor kıyafeti üzerinden “ortak akıl ve kent sevgisi” sembollerini adeta gözümüzün içine soktular. Bende kendi kendime sorup duruyordum zaten “Lan bu memleketteki arabaların plakaları neden hep 27 ile başlıyor?” diye, bu sayede merakımı da gidermiş oldum hani (!) …
Kutlamalar farklı etkinliklerle sürecek. Ama bana en eğlenceli gelen kısım şehrin “temsili düşmandan kurtarılması” sahnesidir. Elin gâvuru savaşları artık uzaydan yönetirken, bizimkiler ellerindeki çakaralmazlar ile bu senede “düşmanı” Alleben’e dökecekler. Her sene kenti kurtarırız ama kurtulamadığımız ve kurtaramadığımız umutlar için asla böyle bir savaşım vermeyiz diye yine kara kara düşüneceğim…
Mesele kurtuluş ve yemek ödülü olunca ister istemez aklım da tersten çalışıyor. Mesela bizim milli yemeğimiz “çorba” denilince kadınlarımızın burnundan soluduğu yuvarlamadır. Yuvarlama bir eşitlik sembolüdür. Bayramda yoksul-fakir şöyle ya da böyle herkesin evinde sofrasında olur. Kafası midesine bağlı olanlar yemek sansa da yuvarlama; sınıf, din, dil, renk, cins ayrımı yapmayan insanları sofrada birleştiren bir sosyal fenomendir. Bayramlarda evlerde onun içindir ki bir dost meclisi kurulur. Yapılırken geliştirilen imece anlayışını mesela solcular kavrasa bu ülkede devrim olur.
Gaziantep Savunması’nda yiyecek ekmek bulunmadığı için acı zerdali çekirdeğinden ekmek yapıldığını herkes bilir. Ne yazık ki acı zerdaliden yapılan ekmek yüzünden birçok Antepli ishalden hayatını kaybetmiştir. Yuvarlama her ne kadar sosyal bir fenomen ise tüm acılığına rağmen zerdali çekirdeğinden yapılan ekmekte o kadar milli, direnme ve dayanmanın müthiş bir sembolüdür.
Her zaman söylediğim gibi 5-6 bin lira aylık kira ödenen asma katlı dükkanlarda satılan ve sahiplerini vergi sıralamasına sokan nohudu uzun uzun anlatmayacağım. O yemek listesine girdi mi giremedi mi bilemiyorum ama Antep Savunması’nda nohut bol olaydı Fransız keferesi kesin hapı yutmuştu. Ne olduysa nohut hatta şimdi yarışması bile düzenlenen yağlı köftenin yokluğunda oldu.
Olup bitenleri gözlerimin önünden geçirdiğimde, nostalji ile şimdiki zaman arasına sıkışmış kalmış bir kentin gelecek vizyonundan yoksunu olması; kurtuluş için koşmak, Alleben’e gavur dökmek ve yemek arasındaki hassasiyetin basit seçiciliği ile açıklanabilir.Yani sembol seçicilerin hassasiyet ayarlarıyla…
Tüm bunlardan sonra söylenecek söz bana göre şudur:
Bir Türk, dünyaya, sadece Antep Mutfağı, koca Fransa’nın mutfağına bedeldir.
KOŞ ALİ, KOŞ; KOŞ AYŞE KOŞ,
MUHTAÇ OLDUĞUN KUDRET İÇİN GEREKEN KALORİ, ÖDÜLLÜ ANTEP MUTFAĞINDA MEVCUTTUR…
Beni, Türk aşçılarına emanet ediniz…
|