İdare edenlerin, devletin tüm araçlarını şahsi hırsları için pervasızca kullanmalarına rağmen mutsuz yüzlerinin topluma yansıdığı iflah olmaz zamanlardan geçiyoruz. Toplumun; ensesi, cüzdanı, sofrası, telefon rehberi, randevu defteri kalabalık en zengin yüzde 10’luk kesiminin, en fakir yüzde 90’ı adına güldüğü duygusal fukaralığın, kahkahaya doyamamışlık oranı altına indiği ve dip yaptığı zamanlardayız.
“Eyyyy” ile başlayan, “heyttt” ile devam eden Kara Murad’ın, atıyla, itiyle sınıf atlayıp, Barbar Conan edasıyla racon kesmesini takdirle izleyen bununla birlikte Kont Drakula’yı, Noel Baba sanarak ondan kömür, makarna getirmesini bekleyen o köylü kurnazlığıyla iç içe yaşama bukağısı bu aklımıza takılan.
Açlık ve yoksulluk sınırıyla ilgili rakamlar yaşama ilişkin bir gerçekliğin dramatik yanlarını net ortaya koyuyor belki ama ben asıl derdimizin bir delinin yorumlanamayan sayıklamaları nedeniyle, mutluluk grafiğimizin dibe vurduğunu düşünüyorum…
Hani dünyanın sayılı ekonomileri arasına girecekmiş gibi yaparken, evimize senede bir kere et götüren çoğunluk arasında olduğumuz için “bir kahkaha, bir kilo pirzola” lafını da yemeyeceğinizden adım gibi emin olduğum için Kuzuların Sessizliği çalımlarına da girerek, kendimi daha fazla bedbaht etmeyeceğim.
İnsanoğlu, öylesine kafadan bacaklı bir yaratık ki, fabrika ayarlarına dönme olasılığı da olmadığı için sokakta kendi kendine konuştuğunun farkına var(a)mayacak kadar mutsuzluk sarası geçirenlere de açıkçası üzülmüyorum artık.
Haydi beylik bir laf edeyim ve “bir kentin, ülkenin nasıl yönetildiğini anlamak için sokağa çıkın ve insanların suratlarına bakın” diye sosyolojiye keskin bir Clark çekeyim. Eskiden o çok sevdiğim delilerin dışarıda, akıllılarının içeride olduğu günlerin ruhuna el fatiha !
Toplumun genelinin, kendi yaşamına uygun bir şekilde, “bir delinin not defterini taşıdığı’ naylon gülümsemeli mevsimler gitti heyhat. Kardeşlik hukuku ve millet duygudaşlığı ile birbirimize tutunduğumuz bu ülkede irinli ve yorumsuz deli sayıklamaları ile yaz saati ve kış saati uygulamasına dönüşerek koparıldık birbirimizden…
Dünyanın en cennet ülkesinde yaşadığımız halde; somut kızgın sözlere başımıza diktirilen soyut zabıtalar, planlanarak ve tasarlanarak mutsuzluğa mahkûm edilmemiz, sürekli çemkirilen yurttaşlar olmamız, yaşamın en asgarisine layık görülmenin ulufeciliğinde aşağılanmamız, politikanın arsız laboratuarında her nadanlığın üzerimizde denenmesi, muktedirlerimizin ruhlarımıza kazdığı hendekler ve gülümsemelerimizin önüne koyduğu barikatlar, yoksunluğun ve yoksulluğun hücresinde tahıl ambarlarını düşleyişimiz bundandır.
Ez cümle: Makarna yiyenle, pirzola yiyenin kahkahası aynı değil işte.
Tüm bu yaşadıklarımıza katılmıyorum, buna saygı duymuyorum !
|