Korkuları ve alçaklıkları ile doğal olarak hayatla yüzleşemeyen, irinli beyinleri ile tek hücreli canlı gibi basitleşerek, legal gibi yaşayıp illegalitenin tam da ortasında olan bir soysuzluk, kiralık bıçağını tenimizde denedi.
Hayatı boyunca ezilenin, horlananın, yok sayılanın, emeğin, emekçinin, beytül malın yanında; alçağın, hırsızın, namussuzun, düşünsel dönmelerin, halk düşmanlarının, biatçıların, yalakaların, hak etmedikleri halde işgal ettikleri koltuklarla toplum mühendisliği yapanların, uğursuzun, gudubetin karşısında durmayı mesleki, insani, vicdani sorumluluk kabul eden ve bunun mücadelesini veren duruşumuz süngülendi.
Soysuzluğun geçer akçe olduğu bir dönemde peşin peşin “acıyı bal eyleyen” ve bunun bedelini hayatının tüm zerreleri ile ödeyen, şerefsizce bir kuşatılmışlığın, işgalin, düşüncelerimize bağlanan bukağıların ağırlığına rağmen toplumcu anlayışımızın pervasız bir delicilikle test edildiği bu iğrenç zamanı da gördük.
Bedendeki yaralar kapanır gider…
Acıların dozu azalır…
Öfke yerini, o zavallılar için acımaya bırakır.
Biçareliğin, bıçakla sınandığı çirkeflik unutulur be.
Ama kalp yarası ne geçer, ne unutulur…
Kalp yarası bıçak gibi kör, sağır, dilsiz ama bir o kadar keskindir.
Hayatı böler, düşünceleri böler, anlamı böler, şimdiki zamanı böler…
Sesi böler, sevgiyi, vicdanı böler, kahkahaları böler, yeri gelir sessizliği de böler…
Başını iki elinin arasına alır, çatlak bir duvara dikersin gözlerini…
Bıçakla, şerrini üzerine kusanlara bile kızmak gelmek içinden.
Kalbin, kanın kadar sıcaktır hâlâ ve sevgiye dair hislerin pıhtılaşmaz asla.
“Yürü yaşamın üzerine üzerine ” daha çok yol var dersin…
Tüm bölmelerden kalan sonuçları, yeniden toplarsın yeni bir başlangıç için.
Dünya benim için dolanıyor güneşin etrafını, güneş benim üzerine doğuyor en doğurgan, en asil, en masum, en yakıcı, en güzel haliyle dersin bu zehirli akışkanlığa rağmen…
Kokulu bir iftar ekmeği gibidir dostuna neşeli bir sesle “iyiyim yoldaşım” demek…
Karanlıkta kalmaya aday salyalı bir saldırmanın öznesi olduğunu unutursun.
Vicdanını yastık yapıp dünyanın en güzel uykusuna dalıp en güzel rüyalarını görürken, o bacağındaki hafif sızı sevgiliye yazılmış içsel bir şiir gibi gelir sana…
Kabzasından tutar gibi bir bıçağın öyle kavrarsın düşlerini.
Su içen serçenin başını yukarıya kaldırmasındaki şükrü görürsün bir kez daha.
Aynada gördüğün yüzü seversin inadına inadına.
Tüm yaşamının sağlamasını yaparsın ve söz verirsin susmazsın.
Puşt gibi yaşayacağına, bıçak gibi yaşarsın…
|