Hava Durumu
TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文
TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文

AĞA DA, BEY DE, PAŞA DA BENİM…

Yazının Giriş Tarihi: 04.03.2021 14:07
Yazının Güncellenme Tarihi: 07.12.2023 23:08

Fi dönemin, fi tarihinde ve fi zamanında site devletleri kurulurken han sahibi hanlar vardı. Bu hanların kimine eşekçi hanı, kimine yolcu hanı; kimine de hem eşekçi hem de yolcu hanı denirdi. Hanların tek katlı olanları da iki ve de üç katlı olanları da vardı… Bu hanların tümünde kâh zemin katlarında kâh bodrum katlarında büyük ve küçükbaş hayvan için ahır ve kümes alanları olurdu. Bu ahırlarda genellikle uzak yollardan gelip konuklayacak olan yolcuların- eşekleri ile develeri çoktan da çok olurdu... O yıllarda eşekler ile develer nakliye kamyonları gibi yük taşırlardı; şehirden şehre, ülkeden ülkeye… Atlar ise sahiplerinin nazarında -Mercedes araba ayarında- motorlu binitler gibi görülürdü…

Ben, geri kalmış ve bağımlı Ortadoğu ülkelerinin devlet (!) yapılarını -eşekçi ve yolcu- hanlarına benzetirim… Seviye yarı yarıya aynıdır…

Kimin hanı daha albenili, daha çok katlı ve daha sağlam yapılı ve de yolcular için iç düzenleri -küçüklü büyüklü- saray artığı gibi olurdu… Ahırları ise donanımlı bir çiftliğe benzerdi; yolcuların hayvanları huzur içinde yer içer ve yatarlar; alış veriş işleri bittiği güne kadar… Zengin hanların ahırlarında konaklayan yolcular için kuzu da kesilir, hindi ve tavuk da ikram edilirdi genellikle akşam yemeklerinde…

Han ağasının, hanın içişlerine bakan bir güvenlikçisi ile iki yardımcısı olurdu; üçünde de birer adet ruhsatlı tabanca ile güvenlikçi odasının duvarında da iki av tüfeği olurdu; “ne olur ne olmaz” diye… Gelir gider hesabı tutan bir de uzman muhasebecisi ile bir de dosyacısı olurdu, han ağasının… Muhasebe müdürü hancının vekili sıfatındaydı ki sanırsınız üst düzey diplomatmış gibi burnu havalı yürürdü ve yürürken de kasım, kasım kasılırdı…

Yolcu kervanlarının hayvanları ile tek tük yolcuların atları için de handa yatıp kalkan aylıkçı bir veteriner bulunurdu; özellikle “büyük baş hayvanlar birbirlerine hastalık bulaştırmasınlar” diye…

Hanın ikinci ve üçüncü katlarında kervanları ile seyahat eden varsıl insanlar ile saygın kişiler için üç/dört adet tek kişilik oda olurdu… Bu üç/dört oda daima temizlenirdi. Beş altı odada da iki kişilik yataklar vardı ve kiri görünmezdi… Diğer odalarda üç kişilikten beş/altı kişiliğe kadar yatılacak odalar vardı ki, bu odalar ahırdan hallice olurlardı. Her katta ikişer tuvalet ile bir de küçük ölçekli tek kişilik banyo alanı...

Özellikle uzun yoldan gelen perişan yolcular, kirli ve kifayetsiz halleriyle taş gibi düşüp yatarlardı…

Hanın bir gecelik yatak ücreti, banyosu ve sabah kahvaltısı han sahibine iyi bir para bırakırdı… Kervandaki hayvan bakıcıları ile korumaların ücretleri de kervan sahiplerine aitti… Müşteriler hana girdikleri andan itibaren gecelik yatak, yemek ve banyo ücretleri peşin alınırdı.

Sağlıklı ve temiz ortam, Allah umuduna değil, çalışan -kadınlı erkekli- halayık denilen temizlikçilerin umudunadır…

Hanın sahibi olan varsıl, kendi hanında yatmazdı… Hancılar varsıl insanlardı… Çoğu mal mülk ve arazi sahibi olan kişilerdi… Han sahiplerinin küçüklü büyüklü hem sarayları hem köşkleri olurdu; hancılar yazlıklı ve kışlıklı mekânlarına gider; bu alanlarda dinlenir, eğlenir ve huzur içinde yatarlardı. Arasıra da kendi seviyesindekilerle birlikte olur, fi tarihindeki -öğütsel- meselleri nakaratlarlar ve de ekonomik ve politik sohbetler de bulunurlardı; ülkenin gidişatına bakarlar, kâh ayar verirler kâh yeni ufuklara yelken açarlardı…

Gelen ağam giden paşam” örneklemesiyle; “Han” benim, hancı da benim…

Siyasi manada bir hancı ile bir de yolcu vardır; biri sahiplenilen biri de sorumluluk yüklenen -yani- çalışanlar vardır.

Gelip geçen ve bir iki gecelik konaklayan yabancıların nazarında herkes hancıyı -bir tek bir hanı olan- mülkiyet sahibi zanneder… Ama değildir! Hancının sayısız türde gelir kaynakları vardır…

Hanın altı ahır, üstü otel… Mülkiyeti hancıya ait… Hancı, “istediklerinin atını eşeğini ve de kendisini hanıma korum; istemediklerimiyse han alanımın önünden bile geçirtmem” der, sokağa atar mı, atardı…

Para peşin… Hayvanların beslenecek, tımar edilecek, korunaklı ve bekçili ahırda güvende olacak, sende huzur içinde uyuyacaksın! Hanın sağında solunda fırın vardır, lokanta vardır, kahve vardır, tatlıcı dükkânları vardır, kuyumcu ve sarraf, mağazacı, yemenici türünden –ticari manada alım satım yapılan- esnaflar vardır.

Hancı ile hanın çevresindeki dükkânların sahipleri için de, “sen hancı, ben yolcu” denilirdi.

Ben devleti yolcu hanına, hükümet mensuplarını handa çalışanlara, vatandaşları da hanın müşterilerine benzetirim; varsıl da olsalar, yoksul da; okumuş ya da kör cahil olsalar da hancı için müşteri müşteridir; kâh azaplık, kâh vatandaşlık seviyesindedir…

Han sarhoş, hancı sarhoş…

Bizim hancı bir sabah, kuş tüylü yatağından uyandığında:

“Hancılık iyi ve çok karlı bir iş ama büyüklü küçüklü çok han var; hancılar arasında da rekabet de var… Bu rekabet bizi bitirir… Reaya ağalarından başlayarak siyasi düzene bir el atmalıyım… Varlığımı ve gücümü herkese gösterip, kabul ettirmeliyim… Bir uçtan başlayarak bu şehrin bütün hanları benim olmalı… Otelleri de, resmi kurum ve kuruluşları da; sanayisi de, tarımı da, arazileri de, dağları, taşları, ormanları, akarsuları, gölleri ve denizleri de benim mülkiyetimde olmalı…

Bir siyasi parti kurup, ‘Vatan, Millet, Sakarya’ nutukları atıp, paralar ve vaatler saçıp genel seçimlerde birinci parti olarak çıkıp, ülkeyi ben yönetmeliyim, devlet de hükümet de ben olmalıyım!” diye düşündü bizim hancı ve düşüncesini uygulamaya koydu.

Önce tüm hanları/hamamları satın alır. Otellere ve restoranlara ortak olur; orta ve küçük ölçekli işletmelerin sermaye taleplerine de kefil olur… Sanayicilere, fabrikatörlere, turizmcilere, tarım üreticilerine, çiftliklere, hayvan üreticilerine bedellerinin yarısı kadar arka çıkar, ortak olur ve sermayesiyle destekler yüzlerce, binlerce üreticiye iş sahaları açar ve onların yanında çalışanlar emekçilerin de nafaka babası olur…

Yıllardır üyeliğini yaptığı ve desteklediği siyasi partiden ayrılır ve saygın bir politikacı çevre oluşturur ve onların okeylemesi ile MİLLETİN MAKBUL KULLARI PARTİSİ’Nİ kurar… İktidar partisi de dâhil, mevcut partilerin sevilip sayılan -itibarlı ve deneyimli- milletvekillerini transfer eder… Bir sene dolmasız, partisinin gücü iktidar partisini alaşağı eder ve erken seçim gündeme gelir.

Mevcut partilerin en yenisi ve en itibarlısı ve Hanlısı seçim meydanlarında önceliklerini ve vaatleri sıralanmaya başlar:

Din İman vazgeçilmezimizdir… Allahsız Billahsız iktidar da, muhalefet de istemiyoruz… Her aileye bir ev, her evden en az iki kişiye iş garantisi sözü veriyoruz… Açlık lafını unutturacağız, her şey de tokluk kazanacaktır… İktidarımızda tüm ülke vatandaşlarımız gerçek cenneti yaşayacaktır, herkes cennetlik olacaktır… Hastanelerde her türlü -estetik de dâhil - ameliyatlar bedava olacaktır… Dünyanın da kâinatın da düzeni bizden sorulacaktır… Eğitim araç gereçleri ilkokuldan üniversiteye kadar bedava dağıtılacaktır… Elektrik, doğal gaz ve su faturaları sembolik rakamlarda olacaktır… Asgari ücret, milletvekili aylıklarının beş katı olacaktır… Dünya bizden sorulacaktır…  

MMK Partisi, seçim propagandalarını tüm seçmenlerine ezberletir…

Ve Hancı iktidar olur…

Not: Hancı masalımızın sonu sizce nasıl biter? Unutmazsam yazarım…

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.