Hava Durumu
TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文
TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文

HALİMİZE AHVALİMİZE DAİR YÜZEYSEL BİR DEĞERLENDİRME

Yazının Giriş Tarihi: 03.11.2020 11:18
Yazının Güncellenme Tarihi: 08.12.2023 10:06

         İşsizlik, yoksulluk, yarınsızlık; aklınıza ne gelirse, bu konularda bir güven bunalımı da cabası...

         Eğitimsizlik, mesleksizlik, kalitesizlik; her işimiz hem gelişi-güzel, hem de Allah’a emanet...

         Üretimsizlik, standartsızlık, pazarlıksız; bir tek tarım sektörümüz ile tekstilimiz vardı, o da sizlere rahmet, gibi...

         Tekniksizlik, seviyesizlik, çapsızlık; ama yine de ahkâm kesmekte üstümüze yok! ‘Allâme-i cihan’ tavırlarımızda cabası...

         İnançsızlık, amaçsızlık, gayesizlik...

         Düşüncesizlik, tedbirsizlik, ciddiyetsizlik...

          Devlet desteksiz çoğunluk… Göz boyamacılık… Yok’u var diye pazarlamak… Yalanı gerçek gibi dillendirmek… Sağlıksızlığımızı, ilaçsızlığımızı bile Allah umuduna havale etmek…

          Evrensel düzeyde sağlıkta, kültürde, eğitimde, sanal ortamda, bilgi bilişim çağında, bugünde ve tarih bilincinde, uluslar arası sanayi de, hastalıklarla mücadele etmede dünya standartlarının çok be çok gerisindeyiz, gibi!

          Hal böyle olunca!

         Kendimize de, karşımızdakilere de, hukuka da, tarihimize de, kültürümüze de inançlarımıza da, doğamıza da saygımızı yitirdik, gibi!

         Plansızlık, programsızlık, projesizlik, yatırımsızlık; girişimcilik körlüğü içinde, üretim diye, odur ki atıp tutuyoruz...          

       Dünyaca tanınan kaç markamız var? Bir mi, iki mi, üç mü? Dört diyen babayiğit arıyorum...

          Yıllar öncesinden Sayın Rahmi Koç’un tespitine göre üç dünya markamız:

          Birincisi, Mustafa Kemal Atatürk… İkincisi, İstanbul… Üçüncüsü de Galatasaray…

         Keşiflerden, icatlardan yoksunluk; ilkellik zincirlerinden kurtulamamak… Teknoloji çabasının kaplumbağa adımlarında yürümesi… Dinsel ve mezhepsel yozluk ve yobazlıksa tuzu biberi...

        Küçük esnaf siftahsız, kârsız; çoğu potansiyel icralık pozisyonunda, gibi... Ve daha şimdiden (resmi kriz tescillenmemiş iken) asgari ücretli ve tarımcılar; işletmecisi ve işçisi ile birlikte ekonomik krizden en çok etkilenen kesimler olacak, gibi... Arkasından memurlar, KOBİ’ler ve büyük işletmeler hissedecek ekonomik krizi... Emeklilerin hali zaten malum! Dün dizleri üzerine idiler, bugün yere kapanacaklarmış gibiler…

         Yanisi, asgari ücretli de, emekli de, memur da, küçük esnaf da gırtlağa kadar borçlu...

          Tarım çökmek üzere… Sanayi mamulümüz pamuk para etmiyor; ekenler zarar içinde… Ay Çekirdeği eken de kalmadı; yok denecek kadar; tadımlık… Mercimeği dışarıdan alıyoruz. Çiftçi perişan; kredi kartları iskambil destesi gibi…

          Anlayacağınız -şu günden itibaren- genel çoğunluk için ev kirası, elektrik, yakacak, tüp gaz, doğal gaz, telefon (sabit ve cep), su faturası ve kredi kartı taksitleri ödemelerini gününde yatıranını bulmak mümkün değil... Çocuk okutma masrafları cabası; oğlan, kız evlendirme giderleri de tuzu biberi!

         Atıl duran on binlerce diplomalı gencin, beti-benzi solgun; sanki suçlu kendisiymiş gibi ailesine karşı mahcup; ana-baba sofrasında bir şeyler yerken dahi ezilip bükülmekte; harçlıksız gezmesi ve kahvede çayı borca içmesi de cabası...

         Ulusal ve sosyal birlik, dirlik ve huzur kaçmış... Toplum genelinde zıt kutuplar oluşmuş, cepheleşmeler başlamış... Üniter devlet yapımız da, rejimimiz de ‘iç ve dış güçlerin tehdidi altında...

         Biri, bir diğerine dinci, şeriatçı, ümmetçi, türbancı, tarikatçı, çağdışı zihniyetli, gerici, Arap özentili, Amerikan emperyalizmi yanlısı, BOP’cu diyor; diğeri de ona, lâikçi, devrimci, darbeci, Atatürkçü, ilerici, batıcı, çağdaş, hukukun üstünlüğüne güvenen, gerçek demokrasi yanlısı, cumhuriyet devrimleri bekçisi diyor; ayrılık, gayrilik güdülüyor... Kimi de ‘bana dokunmayan yılan bin yaşasın’ orta yolculuğunda...

         Kimi Kürtlerin bölgesel kalkınma sorununu bahane ederek ayrılıkçı terör örgütünü savunuyor: federasyon kisvesi altında ayrı bir devlet olmayı istiyor; kimi ulusalcılık ve üniter devlet yapısını savunuyor... Kimi Kürt’ü Türk’ü nasıl birbirine kırdırırım, desiselerinde ve de Sevr’i hortlatmak istiyor. Kimileri iki arada, bir derede...                      

        Çoğunluksa, yararlı ve düşünceli bir yurttaş, iyi ve duyarlı bir vatandaş olarak eğitilememenin, yarınlara hazırlanamamanın sıkıntısı içinde, ama hâlâ umut yüklü, azimli; hukuka ve yasalara ve de devletine ve insanlarına duyduğu güven de cabası...

        Yazılı ve görsel basında da kutuplaşma hat safhada... Kimi dinci diye anılıyor, kimi iktidar yanlısı, kimi muhalif... Birinin “ak” dediğine öbürü “kara” diyor; haber aktarımlarındaki doğru ile yalan taban tabana zıt; biri “öldü” dese, öbürü “maraton koşuyor” diye manşetler atılıyor...               

          Kimi satılık yazarların kaleminden irin fışkırıyor, kimileri, kimi köşe yazarlarının köşelerinden akan yağları stoklasanız dünya/âleme yeteceğini bile hesaplıyor... Kimi “sen yanmasan, ben yanmasam nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa” diyor: Hırsızlıklara, yolsuzluklara, yalanlara-dolanlara, yağmacı ve talancılara canını siper ediyor; cabası “vatanı-milleti kurtaracak sen mi kaldın, enayi!” deyip enayi yaftası yapıştırılıyor alnına... Ergenekonculuk ithamları da tuzu-biberi...

         Evet! Ve maalesef, halimiz ahvalimiz böyle! “Eksik ya da abartılı” diyenler tabii ki olacak! Ama durmak yok! Bu bir durum değerlendirmesi; beğenseniz de, beğenmeseniz de:

          “vay ne hal olmuş memleket

          Ne kadar düşmüş değer” deseniz de, demeye diliniz varmasa da, bir kaç halimize daha değinelim:

         Dostluk, arkadaşlık, sırdaşlık ve akrabalık bağları pamuk ipliği kadar incelmiş; yardımlaşma, dayanışma, fedakârlık, hoşgörü, kollama/gözetme, güler yüz, sevecenlik gibi insani değerler benliğimizden sökülüp alınmış gibiyiz! Birbirine borç vermek istemeyen dostların birbirlerini görünce kaçmaları da cabası...

         Üstelik iflah olmaz bir şekilde ormansızlaşıyoruz; derelerimiz, nehirlerimiz, göllerimiz kuruyor; yeşile özgü renk tonlarımız, bitki ve hayvan türlerimizin (endemiklerde dâhil) sayısı korkunç bir şekilde azalıyor...

          Doğamızın bu kelleşmesi sayısız türden ölüm saçan virüsler üretiyor; vay siz misiniz benim yaşam alanıma giren aymaz insanlar yüzünden; yediden yetmişe herkese saldırıyorlar… Anlayan ve ibret alan kim?

          Ay, hafta geçmiyor ki, büyüklü küçüklü bir ormanlık alan kül oluyor; neden ve niçin soruları ise askıda kalıyor… Sahillerimiz yağma-talan, betonarme bloklarına dönüştürülüyor ve hâlâ zannediliyor ki gelişmiş ülke turistleri ‘doğamız için, kültürümüz ve tarihsel dokumuz için, deniz ve güneşimiz için değil de’ 5 yıldızlı beton bloklarını görmeye geliyorlar! Yerli yabancı turiste atılan kazıklar da, cabası...

         Tedbirsizlik de, kuralsızlıkta ve çözümsüzlük de dünya liderliğine oynuyoruz... Vurdumduymazlıkta da, duyarsızlıkta da, öyleyiz... Sosyokültürel bilinç noksanlığımız da, cabası...

         Hiçbir ülkede emsaline rastlanmayacak kadar çok trafik canavarımız var...

         Havamızı, suyumuzu kirletmişiz, kirletiyoruz...

         Çok kez, mevsimlik sebze, meyve yerine, hormon tüketiyoruz. Hem de bilebile! Ama gıgımızı dahi çıkartmasız, kemali afiyetle yiyoruz; zamlısı da, cabası...

         Sütümüz sulu, yoğurdumuz süt tozlu, çayımız kaçak, kahvemizin kırk yıllık hatırı derseniz, kalmadı derim...

         İç ve dış borç açığını, cari açığı, borsada ve dış politikadaki dışa bağımlılığımızı, enflasyonun nedenlerini, ulusal tarımın çöküşünü ve “yağma hasanın böreği” misali satılan KİT gelirlerinin akıbetini es geçiyorum; dudaklarınız uçuklamasın diye, değil; köşe yazısı alanımın sınırımı işgal etmemeniz için…

         Halimize, ahvalimize dair, şimdilik bu kadar deyip, sözümüzü Pir Sultan Abdal ile noktalayalım:

          “Halimizi hal eyledik

          Yolumuzu yol eyledik

          Her çiçekten bal eyledik

          Arıya saydılar bizi...”

                                                                                  

Not: 2003 yılında Yeşil Nizip Gazetesindeki köşemde yayınlanmıştır.

Not: Bu köşe yazısı, sahi; son 17 yılda ülkemizde olumsuz manada neyi ve neleri değişmiştir?

Bana göre bugün yazılmış gibi! Saygı değer okurlarım ya sizce!        

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.