
Ülkemizde milyonlarca kişi, yaşadığı konutun yapı güvenliğini sağlayıp sağlamadığı hususunda bilgi sahibi olmadığını belirten İMO Şube Başkanı Güçyetmez, “Bu bilgiye erişimin sınırlı olması hem vatandaşların hem de kamu kurumlarının sorumluluğunu belirsizleştirmekte, güvenli yaşam hakkını zedelemektedir” dedi.
6-7 MİLYON GÜVENSİZ KONUT VAR
TBMM`nin İzmir Depremi sonrası kurduğu Araştırma Komisyonunca hazırlanan Temmuz 2021 tarihli raporunda hasar görebilirliği yüksek olduğu değerlendirilen 6-7 milyon arası konutun bulunduğunu hatırlatan Güçyetmez, “Bir yapının güvenli olup olmadığı, yalnızca mal sahibinin değil, o binada yaşayan kiracıların, çalışanların ve çevre sakinlerinin de bilmesi gereken bir husustur. Tam da bu nedenle, güvenli olmadığı tespit edilmiş yapılara ilişkin bilgilerin her yurttaşın erişebileceği bir kamu veri tabanında yer alması gereklidir. Vatandaşların yaşadığı yapıya ilişkin bilgi edinme süreci, belediyeler ya da Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından oluşturulacak dijital platformlarla açık, kolay ve anlaşılır hale getirilmelidir” diye konuştu.
Güvenli olmayan yapıların ilgili kurum ve kuruluşlara sorumluluk yüklediğini de ifade eden Güçyetmez, şöyle devam etti: “Başta Anayasa olmak üzere mevcut mevzuat gereği; deprem riskine karşı tedbir almak, riskli yapıları ve afet riski olan bölgeleri belirlemek, riskli yapıların risk durumuna göre güçlendirilmesini ya da yıkımını sağlamak, güvenli ve sağlıklı yaşama çevreleri teşkil etmek, imar mevzuatına, plan projelerine aykırı yapıları tespit etmek ve bu konuda gerekli önlemeleri almak devletin asli görev ve sorumluğudur.
ŞİKAYETLER SONUÇSUZ KALIYOR
Bu durumda ilgili idarelerin yaşam hakkını koruma bilinciyle hareket etmesi, yapının dönüştürülmesi, güçlendirilmesi veya tahliyesi süreçlerinde gecikmeksizin gerekli adımları atması gerektiği de açıktır. Ayrıca yapılar kullanım aşamasında İdarece herhangi bir denetimden geçmemekte; yapının taşıma kapasitesini etkileyecek müdahaleler ancak görünür düzeyde ve herhangi bir şikâyete konu olmuş ise idari işleme tabi tutulmaktadır. Yapıların büyük çoğunluğunda yapının taşıma kapasitesini olumsuz yönde etkileyecek boyutlarda pek çok tadilat yapıldığı kamuoyunca ve İdarece bilinmesine rağmen şikâyet edilmeyen ve görünür olmayan tadilat, genişletme, kolon, kiriş ve perde kesme gibi yapısal sistem müdahaleleri konusunda herhangi bir tedbir alınmamaktadır. Şikâyet edilen yapılarda ise idareler sorumluluklarının bulunmadığı yönünde Anayasa ve yasalara aykırı cevaplar verebilmektedir.
Ülkemizde yapı üretim sürecinde görev alan meslektaşlarımız ise imza attıkları projelerde zamanla meydana gelen korozyon, bakım eksikliği, taşıyıcı sisteme müdahale, ruhsatsız tadilatlar ve çevresel etkiler söz konusu olsa bile, bu yapılardan süresiz biçimde sorumlu tutulmaktadır. Altını çizerek ifade etmek gerekir ki konut güvenliği konusunda sorumluluk sadece mühendislere ait değildir; öncelikle kamu kurumları bu konuda görevini yerine getirmeli, ev sahipleri ve kiracılar da sürece aktif biçimde katılmalıdır. Yapı güvenliği konusunda devletin ve ilgili idarelerin görevi yalnızca güvenli olmayan yapıları tespit etmek değil, bu bilgiyi kamuoyuyla paylaşmak ve vatandaşın karar alma sürecini desteklemektir. Açıktır ki şeffaf bir bilgi sistemi oluşturulmadığı sürece, yurttaşlar kendi yaşam risklerini değerlendiremez, doğru karar veremez. Güvenli olmayan yapıların envanteri kamuya açık hale getirilmeli; “hangi bölgede, hangi binanın ne düzeyde risk taşıdığı” düzenli olarak yayımlanmalıdır. İnşaat Mühendisleri Odası olarak, yıllardır dile getirdiğimiz bu sorunun artık ertelenemez boyuta ulaştığını bir kez daha vurguluyoruz.
YAPI GÜVENLİĞİ İÇİN NELER YAPILMALI?
Yapı stokunun güvenli hale getirilmesi, bireysel inisiyatiflerle veya dağınık uygulamalarla değil, bilimsel temelli, mühendislik ilkelerine dayalı, kamucu bir planlama anlayışıyla mümkündür. Bu doğrultuda yapılması gerekenler şunlardır:
1.Ülkedeki yapı stoku envanteri ivedilikle çıkarılarak, can ve mal güvenliğinin sağlanması amacıyla yapının güvenli hale getirilmesi için gecikmeksizin gerekli adımlar atılmalıdır.
2.Güvenli olmayan yapıların güçlendirilmesi veya yenilenmesine yönelik risk odaklı, kamuya açık planlamalar yapılmalıdır.
3.İl Risk Azaltma Planları kapsamında, sorumlu idarelerce deprem riski açısından öncelikli olarak belirlenen konutlara ilişkin süreçler ile ilgili paydaşların görev ve sorumlulukları yasal mevzuatta açık ve net biçimde tanımlanmalıdır.
4.Yapı güvenliğinin sağlanması için gerekli ekonomik kaynaklar ve desteklerin temini, devletin asli sorumluluklarından biridir. Bu kaynaklar öncelikle dar gelirli vatandaşların can güvenliği için kullanılmalıdır.
5.Yapının güvenliğinin periyodik olarak kontrol edilmesini zorunlu kılan bir yasal düzenleme yapılmalıdır.
6.Belediyeler ve Bakanlık, yapı stokunun durumuna ilişkin verileri şeffaf biçimde kamuoyu ile paylaşmalı, Kiralama ve Alım/ Satım süreçlerinde yapı güvenlik durumuna ilişkin bilgi verilmesi zorunlu kılınmalıdır.
7.İmar Barışından faydalanan ve güvenli olmadığı tespit edilen yapılarda proje müelliflerinin ve uygulayıcı mühendislerin hukuki sorumluluğu sona ermelidir.
Başkan Güçyetmez, açıklamasını şu ifadelerle tamamladı: Yapı güvenliği, yalnızca mühendislerin mesleki sorumluluğu değil, devletin yurttaşına karşı yerine getirmesi gereken yaşam hakkı yükümlülüğüdür. Riskli yapı stokunun dönüştürülmesi, mühendislik sorumluluklarının adil biçimde tanımlanması ve yapıların ömrü boyunca denetlenmesi ancak bu anlayışla mümkündür. İnşaat Mühendisleri Odası olarak konut güvenliğinin, yalnızca bir mühendislik meselesi olmadığının, yaşam hakkının en somut tezahürü olduğunun altını çiziyoruz. Yurttaşların yaşadığı yapının güvenliğini bilme hakkı, devletin bilgi paylaşma sorumluluğu ve toplumsal farkındalık bir bütün olarak ele alınmalıdır. Her yurttaşın güvenli yapılarda yaşaması ve yaşam hakkının korunması için üzerimize düşen tüm sorumlulukları yerine getirmeye devam edeceğimizin bilinmesini isteriz.”